Bu hafta Fransız hükümetinin davetlisi olarak, AB Delegasyonu’nun oluşturduğu bir grup gazeteciyle Fransa’daydık. Önce Strasbourg’da Avrupa Parlamentosu ve Konseyi’nde, ardından da Paris’te Fransız yetkililerle buluştuk. Malum, Türkiye ile ilişkilerde müzakere süreci AB hattında; insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi konuların takibi de Avrupa Konseyi zemininde yürüyor. Fransız yetkililerle yapılan görüşmeleri bir sonraki yazıya bırakacağım ve bu hafta Avrupa Konseyi cephesindeki tabloyu yazacağım.
Bilindiği gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2019 yılında iş insanı Osman Kavala’nın tutukluluğunun ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ihlali olduğuna’ karar vermişti. 2022 yılında ise Gezi Davası süreci tamamlanmış, Kavala ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmıştı. AİHM kararlarının uygulanması konusunda bir nevi takip mekanizması olan Avrupa Konseyi de, defalarca ‘‘Kavala’nın serbest bırakılmaması halinde Türkiye’ye yaptırımlar uygulanabileceğinin’ sinyallerini vermişti. Hatta biz haftalarca finansal yaptırımlardan, Türkiye’nin üyeliğinin askıya alınması hatta üyelikten çıkarılmasına kadar geniş bir yelpazede yaptırımların ne olabileceğini tartışmıştık. Bu haftaki görüşmelerden çıkardığım sonuç şu: Konsey’in Türkiye’ye karşı bir yaptırım uygulama niyeti yok…
Avrupa Konseyi İletişim Sorumlusu Daniel Höltgen, yaptığımız görüşmede açıkça şu ifadeleri kullandı:
‘Siyasi olarak üye devletlerde, Türkiye’ye yaptırım uygulama yönelik bir iştah yok. Buna dönük bir açıklama da yok. Tabii ki sorun ortadan kalkacak değil ama şu anda Avrupa Konseyi’nde Türkiye’nin üyelikten ayrılmasına dair hiçbir ses yükselmiyor.’
Ukrayna savaşı ve krizler
Peki 2019’dan bu yana Türkiye’ye yaptırım ihtimallerini bir nevi ‘sopa’ gibi gösteren Konsey, neden şimdi ‘hiçbir şey olmamış’ gibi davranmaya başladı? Bu söylem değişikliğinin sebebi ne? Bu sorunun cevabı Ukrayna Savaşı. Savaş anlaşılan tüm dengeleri değiştirmiş.
Konsey Sözcüsü Hölgten “Avrupa’da savaş var, kriz üstüne kriz yaşanıyor, krizleri birlikte dayanışma içinde çözme ihtiyacı var. Sanıyorum üye devletler dikkatlerinin bölünmesini istemiyorlar. Eldeki konulara odaklanıyorlar” diyor. Yani görüyoruz ki Konsey’in ‘demokrasi’ söylemi aslında konjonktüre göre de şekillenebiliyor.
Bir itiraf
Bu konuda çarpıcı bir itirafa daha dikkatinizi çekeyim: “Bu tablo başka bir ülke için olsaydı, Konsey yaptırım konusunda daha hızlı davranabilirdi.”
Bu ifadeler de, Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor’a ait.
Rusya’nın Ukrayna işgali sonrası Konsey üyeliğinden çıkarılması/ayrılması da bir başka boyut. Anlaşılan o ki, Rusya’nın ardından Türkiye’nin de üyelikten çıkarılması ya da üyeliğinin askıya alınması Konsey’in de işine gelmiyor.
Bunun neden böyle olduğunu bir veri ile ortaya koyalım. Konsey’in 2024 bütçesi 624 milyon Euro olarak belirlenmişti. Bunun 385 milyon Euro’su üye ülkelerin katkılarıyla karşılanıyor. Bu anlamda Türkiye 18 milyon Euro’yla Konsey’e en büyük finansal katkı sağlayan ülkelerden. Rusya’nın çekilmesi, Konsey’den yaklaşık 35 milyon Euro’luk katkının eksilmesiyle sonuçlandı. Dolayısıyla mali boyut, ‘krizler ve iş birliği zorunluluğunun’ yanı sıra Konsey’in dikkate aldığı bir başka etken gibi görünüyor. Amor’un “Türkiye finansal olarak da Konsey’in önemli bir ülkesi” ifadesini kullanması bunu göstermesi açsından dikkat çekici. Tabii yetkililere sorduğunuzda, Konsey’in ‘değerlerini’ bu hesaplarla korumadığını söylüyorlar ama durum da ortada. Amor bu yüzden “Konsey bir dengesini bulacaktır” diyor.
Özetle, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin geçen yıl Kavala konusunu ‘daimi gündeme alma’ yani tüm toplantılarda görüşme kararı hala Türkiye’ye karşı bir duruş olsa da, ufukta Avrupa Konseyi’nin Türkiye için öngördüğü bir yaptırım yok.